Osmanlı
İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti'ne miras kalmış bir kurum olan İstanbul
Arkeoloji Müzeleri ülkemizdeki ilk müzecilik çalışmalarını bünyesinde toplar.
Aslında Osmanlı'da tarihi eser toplama merakının izleri Fatih Sultan Mehmet
döneminden itibaren takip edilebilir. Fakat sistemli bir şekilde müzeciliğin
kurumsal olarak ortaya çıkışı İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin 1869 yılında
'Müze-i Hümayun' yani İmparatorluk Müzesi olarak kuruluşuna denk gelir. Aya
İrini kilisesinde o güne değin toplanmış arkeolojik eserlerden oluşan Müze-i
Hümayun İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin temelini oluşturur.
1872 yılında Maarif Nazırı Ahmed Vefik Paşa bir dönem kaldırılmış olan Müze-i
Hümayun'u Alman Dr. Phillip Anton Dethier'i müdür olarak atayarak tekrar kurar.
Dr. Dethier'ın yaptığı çalışmalar sonucunda Aya İrini kilisesindeki mekan
yetersiz kalır ve yeni bir inşaatın yapılması gündeme gelir. Maddi
imkansızlıklardan ötürü yeni bir bina yapılamaz fakat Fatih Sultan Mehmet
döneminde yaptırılmış olan 'Çinili Köşk' müzeye dönüştürülür.
1881 yılında Sadrazam Edhem Paşa'nın oğlu Osman Hamdi Bey'in müze müdürlüğüne
atanması ile birlikte Türk müzeciliğinde yeni bir çığır açılır. Osman Hamdi Bey
Nemrud Dağı, Myrina, Kyme ve diğer Aiolia Nekropolleri'nde ve Lagina Hekate
Tapınağı'nda kazılar yapmış ve buradan gelen eserleri müzede toplamıştır.
1887-1888 yılları arasında günümüzde Lübnan'da bulunan Sayda'da yaptığı kazılar
sonucunda Krallar Nekropolü'ne ulaşmış ve dünyaca ünlü İskender Lahdi başta
olmak üzere pek çok lahit ile İstanbul'a dönmüştür.
Arkeoloji Müzesi ise dünyada müze binası olarak inşa edilmiş ender yapılardan
biri olma özelliği ile göze çarpar.
İstanbul'daki Neo-Klasik mimarinin en güzel ve görkemli örneklerinden biri olan
Arkeoloji Müzesi, cephesinin ihtişamı ile son derece dikkat çekici bir mimariye
sahiptir. Uzun cephede geniş merdivenlerle ulaşılan iki girişi, dörder sütun ve
alınlıklarla bir tapınak görünümündedir. Alınlık üzerinde bulunan kufi üsluptaki
Osmanlıca yazıda 'Asar-ı Atika Müzesi' (Eski Eserler Müzesi) yazmaktadır. Bu
yazının üzerinde bulunan Tuğra, Klasik Bina'yı inşa ettiren Osmanlı Padişahı
II. Abdülhamid' e aittir.