Boğaz
manzarasının vazgeçilmezlerinden biri kuşkusuz Kız Kulesi'dir. Salacak
açıklarındaki küçücük bir adanın üzerine inşa edilmiş bu kule, pek çok efsane
barındırıyor. Bunlardan biri, kuleye adını da vermiş olan (Leander's Tower)
Leandros efsanesidir.
Aralarındaki denize meydan okuyan aşıklar Leondros ve Hero'nun hikayesi
trajediyle bitecektir. Fırtınalı bir gecede, Leondros kulede ışık yandığını
görünce, sevgilisi Hero'nun kendisini çağırdığını cliişünCir ve denize atlar.
Oysaki bu kez ışığı yakan Hero değil, aşıkların her gece gizlice buluştuğunu
anlayan bir başkasıdır ve ışığı söndürüverir. Leondros, Boğazın dalgalarına
gömülür; bunun acısına dayanamayan Hero ise kuleden atlayarak hayatına son
verir. Efsanenin sonunda aşıklar adına kulenin olduğu yere bir deniz feneri
yapılır.
Tarihi M.O. 24 yılına dek uzanan Kız Kulesi, uzun tarihi boyunca savunma
kalesi, sürgün istasyonu, hapishane, karantina odası, radyo istasyonu, vergi
noktası ve deniz feneri olarak kullanılmış. Osküdarclan sembolü olan kule, 2000
yılında özel bir şirket tarafından restore edildikten sonra gün içerisinde kafe
ve restoran olarak hizmete açılmıştır.
Kız
Kulesi, MÖ 5.yy’da Yunanlar tarafından İstanbul Boğazı’nın Üsküdar Salacak
sahiline yakın bir noktaya kurulmuştur. Üsküdar’da, Roma İmparatorluğu’ndan
kalma tek mimari eserdir. Tarih boyunca farklı amaçlarla kullanılmış ve
hakkında çokça rivayetler üretilmiştir. Şimdi biz de önce tarihine sonra
efsanelerine bir göz atalım…
Haldun
Hürel, yaptığı araştırmalara dayanarak “sala” kelimesinin köy anlamında
kullanıldığını ifade eder. Salacak ise küçük köy – şirin köy anlamındaki
“salacık”tan türemiş. Yani muhtemelen burası geçmiş dönemde küçük bir köy idi.
Kız Kulesi’ne de daha ziyade bu köyden ulaşılıyordu, tıpkı bugünkü gibi.
Resmi
kaynakları baz alan tarihçiler, Kız Kulesi’nden ilk defa MÖ 400’lü yıllarda
bahsedildiğini belirtirler. Bilindiği kadarıyla deniz ticareti için bir
gümrük noktası olarak kurulmuştur. Kuran ise Atinalı bir komutandır. Atina, o
dönem önemli ve bölgede hakim bir Yunan şehir devleti idi. Yüzyıllar boyunca bu
küçük kayalığın, kendisine yüklenen bu görevi yerine getirdiği bilinen bir
gerçektir. Bununla ilintili bir de efsane vardır, aşağıda anlatacağım.
Yalnız
şunu belirtmekte fayda var, Kız Kulesi, hakkında çokça söylenti ve rivayet olan
fakat kesin bilgisi en az olan İstanbul eseridir. Bunu şunun için belirtiyorum,
burasının bir dalga kıran olarak inşa edildiğini iddia eden tarihçiler de var.
Tabi en çok kabul gören bilgi, yukarıda yazdığım ilk anlatıdır.
Yüzyıllar
sonra yani Byzantion, Konstantinopolis olduktan sonra buraya ilk kule dikilir.
Romalı tarihçilere göre bu ilk kuleyi yaptıran kişi, Roma tarihinde önemli bir
hanedanlık olan Komnenos hanedanından, İmparator Manuel Komnenos’tur (1143 –
1180). Bazı kaynaklarda kulenin yapım tarihi olarak 1110 denir fakat bu
Aleksios Komnenos dönemine denk gelir ki onun dönemini anlatan tarihçiler, Kız
Kulesi’nden hiç bahsetmezler.
İmparator
Manuel’in bu kuleyi yaptırmasında 2 neden vardı: İstanbul Boğazı’nı denetim
altına almak ve ticari gemilerden vergi almak. Bunu desteklemek için de kule
ile Avrupa sahili arasına kalın bir zincirin çekildiği, zincirin batmaması için
onlarca sal kullanıldığı yazılır. Bir anlatıda ise ilk kulenin, tüm çabalara
rağmen zincirin ağırlığını kaldıramadığı ve yıkıldığı söylenir.
Boğazın
kontrol altına alınması amacıyla dedim ama burada şunu hatırlatayım; Kız
Kulesi, İstanbul’un fethi esnasında önemli bir görev üstlenmemiştir. Yalnızca
Venedikli bir komutanın emrinde küçük bir birlikle istihkam edilmiş. Zira son
birkaç yüzyıldır bozulan Roma maliyesi, kulenin önem kaybetmesine neden
olmuştu. Bu nedenle o meşhur zincir, 1453 yılında Haliç’e çekilmiştir.
Roma
devrinde kule, tıpkı Osmanlılarda da olacağı gibi zaman zaman bir sürgün ve
tecrit yeri olarak kullanılmıştır. Şehirde yaşayan Romalılar ise kule hakkında
pek çok hikaye anlatmış ve efsaneler türetmişler. Hatta kuleye dönem dönem bu
hikayelere göre isimler vermişlerdir. Bunlara aşağıda değineceğim.
Osmanlılar
Kız Kulesi’ne “imparatorluk” sıfatıyla birlikte sahip oldular. Yani gücünün
doruk noktasına yaklaşırken! Dolayısıyla ne şehri fetheden Fatih Sultan
Mehmet Han ne de diğer padişahlar burayı savunma amaçlı kullanmadı. Zaten
Rumeli ve Anadolu Hisarları varken gerek de yoktu.
Fatih
dönemi tarihçileri, burada sultanın emriyle yeni bir kule yapıldığını yazarlar.
Ne amaçla kullanıldığını kesin olarak öğrenemedim. Muhtemelen yine gümrük
kulesi olarak vazife yapmış olmalı. Bu kule, zaman zaman diğer yazılarımda da
hatırlattığım ve İstanbulluların “Küçük Kıyamet” dedikleri 1509 depreminde
zarar görmüş. Yine bir çok eseri onaran dönemin meşhur mimarı Hayrettin
tarafından onarılmış. Bundan yaklaşık 200 yıl sonra ise fener olarak
kullanılmaya başlandı. Bu seferde kullanılan kandil yağı nedeniyle tutuştu ve
yandı. Yerine yapılan yeni kule ise kagir olarak inşa edildi.
Kız
Kulesi, çeşitli dini ve diplomatik törenlerde top atışı için de kullanıldı.
Kimi Sultanlar ise burayı bir seyir mekanı ya da dinlenme alanı olarak
kullandılar. Bir hikayeye göre Sultan 1.Abdülhamit, burada rüzgar ve dalga
sesleriyle neredeyse sabahlamıştır. 1.Mahmut ise Kız Kulesi’nde, rüşvet aldığı
iddia edilen bir Darüssade ağasını idam ettirmiştir.
Kız
Kulesi’nin bana göre en ilginç görevi, 19.yy’da İstanbul’da yayılan bir veba
salgını esnasında hastaların tecridi için kullanılması olmuş.