Dünya
mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en önemli anıtları arasında yer
alan Ayasofya; mimarisi, ihtişamı, büyüklüğü ve işlevselliği yönünden sanat
dünyası açısından önemli bir yer teşkil etmektedir.
Ayasofya Doğu Roma İmparatorluğu’nun İstanbul’da yapmış olduğu en büyük kilise
olup aynı yerde üç kez inşa edilmiştir. İlk yapıldığında Megale Ekklesia (Büyük
Kilise) olarak adlandırılmış, 5. yüzyıldan itibaren ise Ayasofya (Kutsal
Bilgelik) olarak tanımlanmıştır. Ayasofya Doğu Roma İmparatorluğu boyunca
hükümdarların taç giydiği, başkentin en büyük kilisesi olarak katedral işlevi
görmüştür.
Birinci kilise, İmparator Konstantios (337-361) tarafından 360 yılında
yapılmıştır. Üstü ahşap çatı ile örtülü, uzunluğuna gelişen (bazilikal) planlı
birinci yapı, İmparator Arkadios’un (395–408) karısı İmparatoriçe Eudoksia ile
İstanbul Patriği İoannes Chrysostomos arasında çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle,
patriğin sürgüne gönderilmesi üzerine 404 yılında çıkan halk ayaklanması
sonucunda yakılıp yıkılmıştır. (Bugün patriğin mozaik tasviri, Ayasofya’nın
kuzey tymphanon duvarında görülebilmektedir.)
Günümüzde ilk kiliseye ait herhangi bir kalıntı bulunmamakla birlikte, müze
deposunda bulunan Megale Ekklesia damgalı tuğlaların bu yapıya ait olduğu
düşünülmektedir.
İkinci Kilise, İmparator II. Theodosios (408-450) tarafından 415 yılında
yeniden inşa ettirilmiştir. Bu yapının, beş nefli, ahşap çatı ile örtülü ve
anıtsal bir girişe sahip bazilikal planda olduğu bilinmektedir.
Kilise, İmparator Justinianos’un (527–565) 5. saltanat yılında, aristokrat
kesimi temsil eden maviler ile esnaf ve tüccar kesimi temsil eden yeşillerin
İmparatorluğa karşı birleşmesi sonucunda çıkan ve tarihte “Nika İsyanı” olarak
geçen, büyük halk ayaklanması sırasında 13 Ocak 532 yılında yıkılmıştır.
1935 yılında İstanbul Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün A. M. Scheinder
başkanlığında yapılan kazılarda, bugünkü zeminin yaklaşık 2.00 m altında
görülebilen II. yapının Propylon’una (anıtsal giriş kapısı) ait basamaklar,
sütun kaideleri ve On İki Havari’yi temsil eden kuzu kabartmaları ile süslü
friz parçaları bulunmuştur. Ayrıca anıtsal girişe ait diğer mimari parçalar ise
batı kısımdaki bahçede görülebilmektedir.
Günümüz
Ayasofya’sı İmparator Justinianos (527-565) tarafından dönemin iki önemli
mimarı olan Miletos’lu (Milet) İsidoros ile Tralles’li (Aydın) Anthemios’a
yaptırılmıştır. Tarihçi Prokopios’un aktardığına göre, 23 Şubat 532 yılında
başlayan inşa, 5 yıl gibi kısa bir sürede tamamlanmış ve kilise 27 Aralık 537
yılında törenle ibadete açılmıştır. Kaynaklarda, Ayasofya’nın açılış günü
İmparator Justinianos’un, mabedin içine girip, “Tanrım bana böyle bir ibadet yeri
yapabilme fırsatı sağladığın için şükürler olsun” dedikten sonra, Kudüs’teki
Hz. Süleyman Mabedi’ni kastederek “Ey Süleyman seni geçtim” diye bağırdığı
geçer.
Üçüncü Ayasofya’nın mimarisindeki yenilik geleneksel bazilikal plan ile merkezi
kubbeli planın bir araya getirilmesidir. Yapının üç nefi, bir apsisi, iç ve dış
olmak üzere iki narteksi vardır. Apsisten dış nartekse kadar uzunluk 100 m.
genişlik 69.50 m.dir. Kubbenin zeminden yüksekliği 55.60 m, çapı ise kuzey
güney doğrultusunda 31,87 m, doğu batı doğrultusunda ise 30.86 m.dir.
İmparator
Justinianos Ayasofya’nın daha görkemli ve gösterişli olması için, maiyetindeki
tüm eyaletlere haber göndererek, en güzel mimari parçaların Ayasofya’da
kullanılması için toplatılmasını emretmiştir. Bu yapıda kullanılan sütun ve
mermerler; Aspendos, Ephesos, Baalbek, Tarsus gibi Anadolu ve Suriye’deki antik
şehir kalıntılarından getirilmiştir. Yapıdaki beyaz mermerler Marmara
Adası’ndan, yeşil somakiler Eğriboz Adası’ndan, pembe mermerler Afyon’dan ve
sarı mermerler Kuzey Afrika’dan getirilerek Ayasofya’da kullanılmıştır. Yapının
iç kısmında yer alan duvar kaplamalarında; tek blok halinde mermerlerin ikiye
bölünerek yan yana getirilmesi ile simetrik şekiller ortaya çıkarılmış ve
damarlı renkli mermerlerin iç mekânda kullanılmasıyla dekoratif bir zenginlik
oluşturulmuştur. Ayrıca, yapıda Efes Artemis Tapınağı’ndan getirilen sütunların
neflerde, Mısır’dan getirilen 8 adet porfir sütununun ise yarım kubbeler
altında kullanıldığı bilinmektedir. Yapıda 40 tanesi alt galeride, 64 tanesi
ise üst galeride olmak üzere toplam 104 adet sütun bulunmaktadır.
Ayasofya’nın
mermer kaplı duvarları dışındaki tüm yüzeyler birbirinden güzel mozaiklerle
süslenmiştir. Mozaiklerin yapımında altın, gümüş, cam, pişmiş toprak ve renkli
taşlardan oluşan malzemeler kullanılmıştır. Yapıdaki bitkisel ve geometrik
mozaikler 6. yüzyıla, tasvirli mozaikler ise ikonaklazma (Tasvir Kırıcılık
Dönemi 730- 842) sonrasına tarihlenir.
Ayasofya Doğu Roma Döneminde İmparatorluk Kilisesi olması nedeniyle İmparatorların
taç giyme merasimlerinin yapıldığı mekândı. Bu sebeple Ayasofya’da ana mekanın
(naos) sağında bulunan, renkli taşlardan yuvarlak ve geçmeli desenli yer
döşemesi (omphalion), Doğu Roma İmparatorlarının taç giydiği bölümdür.
IV.
Haçlı Seferi sırasında İstanbul Latinler tarafından 1204- 1261 yılları arasında
işgal edilmiş, bu dönemde gerek kent, gerekse Ayasofya yağmalanmıştır. 1261
yılında Doğu Roma kenti tekrar ele geçirdiğinde, Ayasofya’nın oldukça harap
durumda olduğu bilinmektedir.
Ayasofya,
Fatih Sultan Mehmed’in (1451-1481) 1453’te İstanbul’u fethetmesiyle camiye
çevrilmiştir. Fetihten hemen sonra yapı güçlendirilerek en iyi şekilde korunmuş
ve Osmanlı Dönemi ilaveleri ile birlikte cami olarak varlığını sürdürmüştür.
Yapıldığı tarihten itibaren çeşitli depremlerden zarar gören yapıya, hem Doğu
Roma, hem de Osmanlı Döneminde destek amacıyla payandalar yapılmıştır. Mimar
Sinan tarafından yapılan minareler ise aynı zamanda yapıda destekleyici payanda
işlevi görmektedir.
Ayasofya’nın kuzeyine, Fatih Sultan Mehmed Dönemi’nde bir medrese yaptırılmış,
her dönemde bakım ve onarım çalışmalarından geçmiş, en kapsamlı tamir çalışması
Sultan Abdülmecid Dönemi'nde (1839-1861) Fossati
tarafından yapılmıştır. Sultan Abdülaziz Döneminde Ayasofya
çevresinin yeniden düzenlenme çalışmaları sırasında medrese 1869- 1870 yılları
arasında yıktırılmış ve1873- 1874 yılları arasında ise
yeniden yaptırılmıştır. 1936 yılında yıkılmış olan Medresenin
kalıntıları 1982 yılında yapılan kazılar sonucu ortaya çıkarılmıştır.
Osmanlı Dönemi’nde, 16. ve 17. yüzyıllarda, Ayasofya’nın içine mihraplar,
minber, müezzin mahfilleri, vaaz kürsüsü ve maksureler eklenmiştir.
Mihrabın iki yanında bulunan bronz kandiller, Kanuni Sultan Süleyman
(1520-1566) tarafından Budin Seferi (1526) dönüşünde camiye hediye edilmiştir.
Ana mekâna girişin sağ ve sol köşelerinde bulunan Helenistik Döneme (MÖ. 4.-3.
yy) ait iki mermer küp ise, Bergama’dan getirilerek, Sultan III. Murad
(1574-1595) tarafından Ayasofya’ya hediye edilmiştir.
Ayasofya’da, Sultan Abdülmecid Dönemi’nde 1847-1849 yılları arasında, İsviçreli
Fossati Kardeşlere kapsamlı bir onarım yaptırılmıştır. Bu onarım çalışmaları
sırasında, daha önce mihrabın kuzeyindeki niş içinde bulunan Hünkâr Mahfili
kaldırılmış, yerine mihrabın solunda, sütunlar üzerinde yükselen, etrafı ahşap
yaldızlı korkuluklarla çevrili Hünkâr Mahfili yapılmıştır.
Aynı dönemde Hattat Kadıasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılan 7.5 m.
çapındaki 8 adet hat levhası ana mekânın duvarlarına yerleştirilmiştir. “Allah,
Hz. Muhammed, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz.
Hüseyin” yazılı bu levhalar İslam âleminin en büyük hat levhaları olarak
bilinmektedir. Aynı hattat kubbenin ortasına ise Nur Suresi’nin 35. ayetini
yazmıştır.
Ayasofya Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ve Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye çevrilmiş ve 1 Şubat 1935’de müze olarak, yerli ve yabancı ziyaretçilere açılmıştır. 1936 tarihli tapu senedine göre, Ayasofya “57 pafta, 57 ada, 7. parselde Fatih Sultan Mehmed Vakfı adına Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseden oluşan Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi” adına tapuludur.